Ha kapandı.. Ha kapanacak..
Şimdi sözü, Rüzgarlı Sokak'ın havasını teneffüs etmiş, mesleğe o sokakta başlamış bir gazeteciye, İsmail Dükel'e bırakalım.
-Gazeteciliğe nerede başladınız?
1979 yılında Barış Gazetesinde başladım. Barış Gazetesi'nin adı aslında Ulus'tu. Yaşar Aysev gazetesi aldıktan sonra Ulus olan adını Barış yapmış.
-Barış Gazetesi de Rüzgarlı Sokak'taydı. Rüzgarlı Sokak'ın sizin için anlamı nedir?
Rüzgarlı Sokak kısaca benim için bir okuldu. Gerçek gazetecilerin, gazetecilik yaptığı yerdi. Gündüz, kan-ter içinde çalışma, yoğun bir tempo, akşamları çok özel üstadlarla sohbetti. Ben Şinasi Nahit Berker gibi bir isimle çalışma, çalışmadan sonra da sohbet etme şansını elde ettim. Bir çilingir sofrasının başında 1950'leri, 1960'ları dinlemek, adeta tarih içinde zaman gezgini olarak dolaşmak gibi bir şey. Kitaplarda okuduğunuz olayları, bizzat yaşamış insanlardan dinlemek olağanüstü keyifli bir durum. O masada geçirdiğiniz her bir saat, adeta 4-5 kitap bitirmişsiniz gibi gelir insana, gecenin bitmesini asla istemezsiniz.
-Teknoloji bugünkü gibi değildi. Rüzgarlı Sokak gaazeteciliği ile Plaza gazeteciliğini karşılaştırır mısınız?
Bu meseleye nereden baktığınızla alakalı bir durum. Teknoloji elbette müthiş imkanlar sunuyor insanlara. Ancak şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki, o zamanın gazeteciliği keyifle yapılan bir işti. Her şeyi sorabileceğiniz ve anında yanıt alabileceğiniz bir Google yoktu ama, bizlerin bilgiye ulaşma yolunda beceri ve inatları vardı. Barış Gazetesi bir iş hanının bodrumundaydı. Hana girdiğinizde bir kat aşağı inerdiniz. Geniş büyük bir alan, boyuna ikiye bölünmüştü. Sağ taraf haber merkezi ve teknik servisti. Sol tarafta ise matbaa makinesi vardı. İçeri girdiğinizde ilk hissetiğiniz şey mürekkep ve kağıt kokusuydu. Sonra da matbaa makinelerinin gürültüsüydü. Biraz daha yaklaştığınızda ise daktiloların tuşlarından çıkan sesi duyardınız. O mürekkep ve kağıt kokusu bizler için adeta bir gül bahçesindeki kokuydu. Abartmıyorum gerçekten severdik o kokuyu. Matbaanın çalışırken çıkardığı o sesin ahengi, daktilo tuşlarının şaryoya vurduğunda çıkan sesin ritmi o kadar keyiflidir ki, bir an onları dinlemek istersiniz kapının önünde. Ama en keyiflisi ise, bütün gün çalıştıktan sonra matbaa makinesinden çıkan ilk prova gazeteyi elinize aldığınızda hissettiğinizdir. Elleriniz boyanır, burnunuza kesif bir koku gelir, ama umursamazsınız, heyecanla zaten bidiğiniz haberleri okumaya başlarsınız. Keyifliydi yani.